Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi Röportajlarım
  • Cem Yılmaz Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi Nisan 2010 - 06/02/2012
  •  

     
     
      “Fenerbahçeliysen; hayata her zaman 1-0 önde başlarsın”
     
      “Bir tabir vardır ya; hayata 1-0 önde başlamak diye…  Nasılsa Fenerbahçeli olduğumuz için 1-0 önde başlıyoruz. O kadar score-board’a bakmasınlar. Onla ilgili bir gerilim yaşamasınlar, güzel günler bizi bekliyor.” Böyle başlıyordu sözlerine Cem Yılmaz… Niye mi? O da doğuştan bir Fenerbahçeli…





      Üç erkektik evde. Ben, ağabeyim ve babam. Hepimiz de Fenerbahçeliyiz. Çok yakın arkadaşlarımızın da çoğu Fenerbahçeli. Sanki normalde Fenerbahçeli olunur gibi geliyor bana. Hiç başka takım düşünmedim yani.

      “Top, oradan geleydi bak ne güzel gol olacaktı” tarzı bir futbol seyircisi değildim. Zamanla futbolu bilmekten çok seyretmeye, zevk almaya önem verdim.

      Stat denince ihtişamı ve modernliği açısından akla Fenerbahçe Stadı gelir. Bazen arkadaşlarımızı “Haydi arkadaşlar, hangi takımdan olursanız olun ama gelin, konforlu bir maç izleyin” diye stadımıza davet ediyoruz. Yine bir keresinde yerimi birine verince, ayakta yedek kulübesinin arkasında bir maç izlemişliğimiz var. Spor oynamaya ancak bu kadar yaklaşmıştım.

      Başka takımı çok ciddi tutan arkadaşlarım var. Tuhaf olan; başka takımı tutuyorlar ama en çok Fenerbahçe ile ilgileniyorlar. Kendi takımının yorumunu da Fener üzerinden yapıyor mesela. Bu da çok eğlenceli oluyor.

     

    Bu ayki konuğumuz; Cem Yılmaz. Stand-upçı, oyuncu, karikatürist, yönetmen, yazar hatta artık orkestra şefi… Eee bir de tabi ki çok sağlam bir Fenerbahçe taraftarı... Onunla Akatlar’daki ofisinde pazar günü eğlenceli bir sohbet gerçekleştirdik. Fenerbahçe ve diğer tüm konularla ilgili bilmediğimiz pek çok konuda konuştuk. Bu keyifli sohbet için kendisine Fenerbahçe Dergisi adına teşekkür ediyoruz.

     


    - Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman. Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Cem Bey?
     
    Ameliyatla…  Tabii ki doğuştan Fenerbahçeliyim. Fenerbahçe’den hiç şikâyetçi olduğumu hatırlamıyorum. Hani bazı çocuklar vardır; “Babam Fenerbahçeli ama ben sonra Galatasaraylı oldum, ya da “Doğuştan Beşiktaşlıyım ama babam Mersinidmanyurdu’nu tutuyor.” der. Bizim öyle değil. Üç erkektik evde. Ben, ağabeyim ve babam, hepimiz de Fenerbahçeliyiz. Çok yakın arkadaşlarımızın da çoğu Fenerbahçeli. Sanki normalde Fenerbahçeli olunur gibi geliyor bana. Bu da çok normal geliyor. Hiç başka takım düşünmedim yani. 
    - Diğer takım maçlarını izliyor musunuz?

    Zamanında 15-20 sene evvel miydi, 40 sene evvel mi tam hatırlamıyorum, Galatasaray’ın Avrupa’daki başarıları ne zamandı, 40 senesi var mıydı?

    - 2000 olabilir mi?

    Evet, o zamanlar falan Galatasaray’ın karşılaşmalarını zevkle izlerdik. Ya da lig maçlarında da güzel futbol olduğunda izliyoruz. Fenerbahçelilik ne kadar zor olsa da, zor yani Fenerbahçeli olmak biraz gergin bir şey… Buna rağmen seviyorum Fenerbahçe’yi…
     
    - Fenerbahçe ile ilgili bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

    Güzel bir hatıram var: 80’li yılların başında İnönü Stadı’nda bir maçımıza gittik. Hatırladığım kadarıyla Göztepe ile oynadığımız bir maç olabilir. Babam ağabeyimle beni aldı götürdü maça. O zamanlar takım taraftarları karışık oturuyordu. Hoş, icabında yine karışık otururuz ne var yani. Neyse, maç 3-1 bitti. Öyle hatırlıyorum ama biz hiç gol görmedik! Çok heyecanlıydık, etrafa bakıyoruz, ilk defa tribünden maç izliyoruz falan. Bu arada başladık “Baba bize sosisli sandviç al” demeye… Babam da “Hay Allah” falan “İki sosisli verir misin?” Golll… Döndük sosislilerle… 1-0, “Baba bizi tuvalete götür” 2-0, “Baba ayran, baba poğaça” derken en son maç 3-0 idi. Tribündeyken son beş dakika… Babam gene beni kaldıracaklar ve maçın gidişatının da belli olduğunu düşündüğünden “Hadi gidelim” dedi. Stadın önündeki dolmuşlara bindik ki, bir kıyamette orda koptu golll 3-1! Biz galiptik fakat mahalleye dönünce de “Maç ne oldu?” diye soranlara babam “Bilmiyorum maç ne oldu?” diye etrafa soruyordu. Çok acıklıydı. Sonra da uzun süre bizi yanında götürmemişti. Son 10 senedir babamla maçlara gidiyoruz.

    - Takımın hayatınızdaki yeri nedir? Fanatikliğe yakın mısınız?

    Fanatik denemez, vallahi maçlara son on senedir daha sık gidiyorum doğrusu. Ondan öncesinde maça gitmeye vakit ayıramıyordum ama izliyordum tabii. Bir de futbol bilgim çok fazla değil. Herkes kadar bilmiyorum. Hiç oynamadığımdan benim için biraz seyirlik bir şey futbol. “İngiliz futbolu şöyle, İtalyanlar şöyle oynuyor” falan diye zamanla gençliğimizde bildiğimiz şeyleri kavramaya başlayınca futbolu bilmekten çok seyretmeye, zevk almaya önem verdim. Yoksa yani “Oradan geleydi, bak ne güzel gol olacaktı.” tarzı bir futbol seyircisi değildim. Ya da “Şu futbolcu iyidir, şu futbolcu kötüdür” diye çok uğraşır bizim seyircimiz, oyuncunun performansını değerlendirecek çok şeyler söylerler.

    - Takımın performansını nasıl buluyorsunuz?  
     
    Film çekerken ligin başlarına denk geliyor. Bu sezon Ağustos ve Eylül başındaki maçları izledik. Ekipte Fenerliler daha çoktu tabii, memlekete oranladığımız gibi aynı yani. Bizim izleyebildiğimiz ilk 5-6 hafta hiç yenilmemiştik. Hatta 8 hafta… Gelgelelim şimdi niye öyle oluyor anlamıyorum…

    - Fenerbahçeli olmanın farkı nedir sizce?

    Yüksek tansiyon olabilir. En belirgin özellik; beklenti Fenerbahçe’den her zaman çok yüksek oluyor. Taraftar anlamında Fenerbahçe’nin hiçbir eksiği yok. Yaratıcı tribün, güzel sloganlar, organizasyonlar süper. Bazen hayal kırıklığı çabuk gerçekleşebiliyor. Son haftalardan bahsetmiyorum.

    - Futbol dışında takip ettiğiniz branşlarımız var mı?

    Bir zamanlar basketbol maçlarını da seyrederdim, 80’li yıllardaydı. Uzun zaman basket maçı seyredemedim. Tabii şu an bayan voleybol takımının Şampiyonlar Ligi’ndeki başarılarını takip ediyorum.
     
    - Seyirci kimliğinizin yanı sıra sporla birebir ilgileniyor musunuz?

    Bu soruyu şöyle açıklayayım… Stat denince ihtişamı ve modernliği açısından akla Fenerbahçe Stadı gelir. Bazen arkadaşlarımıza “Haydi arkadaşlar, hangi takımdan olursanız olun ama gelin konforlu bir maç izleyin” diye stadımıza davet ediyoruz. Yine bir keresinde yerimi verince ayakta yedek kulübesinin arkasında bir maç izlemişliğimiz var. Spor yapmaya ancak bu kadar yaklaşmıştım. Sporla çok ilgili birisi değilim doğrusu ama bazen böyle sağlık sinyal vermeye başladığı zaman bir iki yürüme, bir koşma gibi sportif hareketler yapıyorum o kadar.

     


    - İddiaya girer misiniz? 

    İddiaya girmiyoruz da… Şimdi bizimde başka takımı çok ciddi tutan arkadaşlarımız var doğrusu. Tuhaf olan başka takımı tutuyorlar ama en çok Fenerbahçe ile ilgileniyorlar. Bu da bizim için çok eğlenceli oluyor. Hep Fenerbahçe maçlarını izliyorlar. Mesela ben Beşiktaşlı bir arkadaş tanıyorum. Ya bizden çok Fenerbahçe’yi izliyor. Fenerbahçe’nin gidişatıyla yakinen ilgileniyor. “Fenerin durumu ne olacak, futbolcuların durumu ne?” diye. Bir gün adamın kendi lig maçı var baktım; orada tavla oynuyor, kendi maçını izlemiyor. Eee Fenerbahçe maçında bu böyle gözlerini açmış bakıyordu, ne biçim iş anlamadım. İşte o bizim ilgimizi çekiyor bir Fenerbahçeli olarak doğrusu… Kendi takımının yorumunu da Fener üzerinden yapıyor mesela. Bir de şey vardır. Bize karşı iyi oynayan bir futbolcu olduğu zaman hep dalga geçeriz: “Çok asılıyor maça Fenere geçecek herhalde falan” deriz. Bazen oluyor böyle şeyler şimdi isim vermeyeyim. Çocuk ileri uç oyuncusu bizim kaleciyle bazı olaylar yaşıyor, “Tamam” diyorum, “Bu kesin seneye Fenerde”… Nitekim çok vaka var böyle.
     
    - Fenerbahçe Stadı’na geldiğinizde sizi hep yeni bir formayla görüyoruz…

    Maça gittiğimde Fenerium mağazasını ziyaret ediyorum. Maça giderken formamızı giymek önemli, giymezsek rahatsız oluyoruz. Onu böyle bir destek gibi düşünüyoruz. Her maça gittiğimizde alışveriş yapıyoruz. Var bazıları stilimi bozmayayım falan diye düşünüp giymiyor ama ben formayı giyerim. 
     
    - Bir yönetmen olarak tamamı Türk sporu veya Fenerbahçe hakkında bir film çekmek gibi planınız var mı?

    “Ay Tutulması” filmini yaptı bir arkadaşımız; Murat Şeker. Daha fazla izleneceğini düşünüyordu fakat çok tutmadı.

    - Ama siz daha yapmadınız…

    Çok teşekkür ederim. Benim aslında bir amatör futbolcunun finalde Fenerbahçe’de oynamasıyla ilgili bir hikâyeyi anlatmak gibi bir fikrim vardı fakat ön çalışması çok uzun sürecek bir şeydi, ciddi bir hazırlık gerekiyordu. Çok zor ve teferruatlı olur düş üncesiyle henüz girişmedim.


    -   Cem Yılmaz bugüne kadar çok büyük işler başardı. Filmleriniz olsun Stand-uplarınız olsun ve de reklamlarınız olsun hepsi bizler için ayrı değerde, reklamlarınızı sanki birer film gibi insanlar yüz kere de olsa bıkıp, usanmadan tekrar tekrar izliyorlar. Bu yaptığınız değerli çalışmalarla ilgili eleştiri aldığınız oluyor mu? Eleştiriler karşısında neler hissediyorsunuz? Şevkinizin kırıldığı oluyor mu?

    Zamanla değişiyor tepkiler. Film yapmanın en yoğun olan bölümü; hazırlığı, yazması, çekimi daha çok tepkisiz çalışılan yerleri, tepki aldığınız bölümse çok dar. Öncesinde bir 8 ay kendi kendinize çalışıyorsunuz veya arkadaşlarınızla gene kapalı devre bir durum. Bütün o çalışmalar tamamlandığında yaptığınız iş, 15 gün değerlendirmeye tabi tutuluyor. O 15 gün biraz soğukkanlı olabiliyorsanız -ki olmanız gerekiyormuş bunu zamanla insan öğreniyor- sonra filmler başka türlü değerlendirmeye başlanıyor. 15 gün boyunca hem medyada hem de insanlar kendi aralarında çok ateşli bir tartışmanın içine düşüyor ondan kaçınmak gerekiyor,  o tepkilerle yaşamak doğru bir şey değil. Bir tek şey var belirgin dedim ya biz seyircinin nasıl tepki vereceğini bilmiyoruz ama aşağı yukarı kendimizin beklentilerini karşıladığımızı da biliyoruz. Filmler seyircinin önüne çıkana kadar bir sürü işlemden geçiyor. Hem duygusal anlamda hem maddi anlamda bir sürü işlem… Dolayısıyla filmi yapanlar en iyi en kötü ihtimalle seyircinin karşısına çıkacak hale gelip gelmediğini düşünüyorlar. Kendileri için sorun olmadığı an seyircinin karşısına çıkarıyorlar. Benim için de bu böyle… Beraber iş yaptığımız insanlarla ilgili kör topal hallettik diyeceğimiz bir iş yok şu ana kadar. Ancak o anın şartlarıyla o zamanın bilgi birikimiyle en iyisini yapmaya çalışıyorsun.
    Dolayısıyla sen yaptığın işten tatmin olmuş, emin bir şekilde seyircinin karşısına çıkıyorsun. Ondan sonrası çaba var, özen var standartları da bildiğin için fazla özgüven biraz şımarıklık yapıyor. İnsanın işiyle ilgili yapıp “Kenara çekildim ben” demesi kolay olmuyor. İlk duygu beğenilme isteği oluyor. Olumsuz eleştiri ile ilgili de insan zamanla tecrübe kazanıyor. Çünkü biliyorsunuz nereye gideceğini… Bu şey gibi; tribünlerdeki taraftarlardan birinin Alex’e  “Yahu biraz koş be ya!” diye bağırması gibi… Aynı beklenti işte… Oradaki durumu, şekli, Alex’in kim olduğu falan göz ardı ediyoruz. Ne zaman ediyoruz? O 90 dakika sırasında.
    Bizim de filmlerimizin bir anı var. Perdeye çıktığı 15 gün bir “Böyle olmamalıydı şöyle olmalıydı gibi buradan çıksa daha komik olurdu falan gibi… Tabii yıllar sonra bakıyoruz futbol ansiklopedisine Alex yazıyor orda. Soğukkanlı olmak lazım. Şevk kırılmıyor, ben yaptığım işin zor olduğunu zaten biliyorum. Kolay vazgeçilecek olsa başka bir işe gönül versem kendiliğimden vazgeçebilirim ama ben bundan zevk alıyorum, bu işi yapıyorum, yapmaya çalışıyorum. Dolayısıyla eleştiriler benim şevkimi kıracak şeyler değil. Dinlerim eleştiriyi yani bir futbolcudan biraz daha fazla dinleyebilirim çünkü bizimkisi biraz hüner göstermekle ilgili bir şey ama seyirciyle de bağlantılı… Beklenti yüksek Fenerbahçe’den bütün kupaların beklenmesi gibi bir şey, ee alsın tabii haklılar tabii… Bir de insandan bir şeyler beklenilmesi iyi bir şeydir demek ki bir ışık görmüş bende yapabileceğime inanmış…
     
     
    - Bu nesil üzerinde büyük etkiniz olduğuna inanıyoruz…

    Bu geçer zamanla yani inşallah geçer… Faydaysa öyle bir faydamız dokunmuş olabilir. Dönemsel olarak tabii. Başından beri kitle kendiliğinden büyüdü. İşi başka alanlara taşıdıkça takip eden artıyor. Eğer tiyatro sahnesinde olsanız daha dar alan ama sinema öyle değil bir film 3 ay vizyonda kalıyor. Her gün tiyatroda bir oyun oynasanız senede 365 tane oynarsınız. Ama sinema öyle değil. Türkiye’de günde 1000 salonda günde 5 kere oynanıyor, ulaşabildiği izleyiciyi düşünün…

    - Türk sinemasının gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz?

    Türk filmlerine artık en az yabancı filmler kadar insan gidiyor. Hatta seyirci sayısı giderek artıyor. Beklentiler yükseldi. Sinema ayrıca minimal şeyler de yapabileceğiniz bir saha… Trilyonlar harcanan yapımların yanında bir anda makul, az bütçeli, minimal şeyler de yapabileceğiniz bir alan ve hepsi aynı şansla yarışabiliyor ve bunlar Oscar’da bile yarışabiliyor. Olay sadece teknoloji değil trendler oluyor şimdilerde, Türkiye’de komedi filmlerinin çok izleniyor olması gibi… Geçmişte 80’lerde sosyal içerikli filmler 70’lerde tarihsel filmler çoğunluktaydı… Zaman zaman vurdulu, kırdılı ve dönemsel bazı şeyler de oluyor. Hepsinin harmanlandığı bir 10 sene geçirdik. Her tür filmin olmasını ve bu örneklerin çoğalmasını bekliyorum. Tek türe itimat olmamalı…

    -  Türk sinemasındaki son yapımlardan beğendikleriniz hangileri? 

    Çağan Irmak’ı severim. İyi sinemacı olduğunu düşünüyorum herkes gibi… Önemli festivallerde ödül alan filmlerimiz var; Nuri Bilge Ceylan’ın yapıtları gibi… İklimler… Bu yapıtların popüler olma ihtimali az, özellikle o sanatçı ne yapmış diye takip edenler tarafından izleniyorlar yani seyircinin inisiyatifine kalmış… Reha Erdem de çok başarılı bir sanatçıdır. Nuri Bilge’den daha az seyredilir, biraz daha zor film yapıyor, gerçekten meraklısının izlediği filmler yapıyor. Aslında ben de meraklısına yapıyorum ona bakarsan ama benim meraklım çok ben ne yapayım! Hani insanın elinde olan bir şey değil doğrusu… Reha da filmini 5000 kişinin izleyeceği filmi yapmış olmayı hayal ederek yapmıyor. En azından onun da meraklısının artması umudumuz…

    - Fenerbahçe Spor Kulübü’nün dergisi, televizyonu ve internet sitesi için neler söyleyeceksiniz?

    Dergi olmamış; daha iyi olabilirdi (Gülüyor)… Bana davranıldığı gibi davranmayı hiç sevmem insanlara… Şimdi bekle, okuyayım, özetini çıkarayım. Şakası bir yana; çok teferruatlı bir dergi, ellerinize sağlık. Televizyona gelince; bazen izleyebiliyorum. Güzel gidiyor. Resmi sitemizi de mutlaka takip ediyorum. Bir de www.1907.org sitesini takip ediyorum. Her şey taraftar için özenle hazırlanmış iletişim kaynakları.
     
    - Son olarak Fenerbahçe taraftarı için mesajınız nedir?
     
    Ya şimdi tam da futbolla ilgili diye söylemiyorum ama bir tabir vardır ya; “Hayata 1-0 önde başlamak” diye…  Telaş yapmasınlar, nasılsa Fenerbahçeli olduğumuz için 1-0 önde başlıyoruz. O kadar score-board’a bakmasınlar. Onla ilgili bir gerilim yaşamasınlar, güzel günler bizi bekliyor. Futbolcularımızın da hata yapsınlar diye beklememeleri lazım. 10. haftadan sonra onlar da bizim hata yapmamızı beklemeye başladılar. Onun için biz işimize gücümüze bakalım. Hiç yenilgi olmaması gerekir. Ortamımıza gelince; stadımız çok güzel. Bu da Fenerbahçe Spor Kulübü’nün seyirciye verdiği değeri gösteriyor. Darısı kısmetse diğerlerinin başına…

     




    Site Haritası
    Ziyaret Bilgileri
    Aktif Ziyaretçi2
    Bugün Toplam52
    Toplam Ziyaret210163
    Resimler
    Yazılarım
    8 Mart Kadınlar günü Organizasyonu